top of page
YAĞMUR - DURSUN ALİ ERZİNCANLI - Dinle
00:00 / 00:00
SONSUZLUĞA ÖZLEM - EŞREF ZİYA - Dinle
00:00 / 00:00

YAĞMUR

 

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur 
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından 
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur 
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından 
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat 
En müstesna doğuşa hamiledir kainat 

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım 
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları 
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım 

Hasretin alev alev içime bir an düştü 
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü 
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde 
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü 

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin 
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla 
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin 
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla 
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak 
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak 

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım 
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı 
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim 

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü 
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü 
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe 
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü 

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden 
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına 
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden 
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina 
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin 
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin 

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım 
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide 
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim 

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü 
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü 
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin 
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü 

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan 
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar 
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan 
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar 
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri 
Paramparça, ateşler şahının hayalleri 

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım 
O mücella çehreni izleseydim ebedi 
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım 

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü 
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü 
Katil sinekler deldi hicabın perdesini 
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü 
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında 
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin 
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında 
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin 
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü 
On asırlık ocağın savururdum külünü 

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım 
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak 
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım 

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü 
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü 
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara 
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü 

Badiye yaylasında koklasaydım izini 
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar 
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini 
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar 
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya 
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya 

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım 
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu 
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım 

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü 
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü 
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi 
Hakların temeline sanki bir volkan düştü 

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri 
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir 
Erdemin, bereketin doldurur haneleri 
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir 
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların 
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların 

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım 
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler 
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım 

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü 
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü 
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer 
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü 

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini 
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir 
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini 
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir 
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından 
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından 

Madeni arzuların ardında seyre daldım 
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini 
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim 

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü 
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü 
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali 
Hazindir ki; dertleri aşmaya umman düştü 

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır 
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur 
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır 
Sesini duymayanlar girdabında boğulur 
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin 
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin 

Saatlerin ardında hep kendimi aradim 
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım 
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım 

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü 
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü 
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül 
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü 

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde 
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay 
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde 
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray 
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin 
Mekanın fırçasında solmayan resim senin 

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım 
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme 
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım 

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü 
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü 
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan 
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü 

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın 
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler 
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın 
Nazarın ok misali karanlıkları deler 
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin 
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin 

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım 
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar 
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım 

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü 
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü 
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün 
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü 

Nefsinle yeniden çizilecek desenler 
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek 
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler 
Anneler çocuklara hep seni içirecek 
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin 
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin 

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım 
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın 
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım 

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü 
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü 
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın 
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü 

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım 
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım 
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım 
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım 
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım 
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım 
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım 
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım 
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım 
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım 
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım 
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım 
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın 
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

 

Nurullah Genç

NAAT

 

Seccaden kumlardı.
Devirlerden, diyarlardan 
Gelip, göklerde buluşan 
Ezanların vardı! . 

Mescit mümin, minber mümin... 
Taşardı kubbelerden tekbir, 
Dolardı kubbelere “amin”.. 

Ve mübarek geceler dualarımız; 
Geri gelmeyen dualardı... 
Geceler ki pırıl pırıl 
Kandillerin yanardı.. 
Kapına gelenler ya Muhammed, 
- uzaktan, yakından – 
Mümin döndüler kapından... 

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi, 
İki dünyada aziz ümmet; 
Muhammed ümmetiydi. 

Konsun –yine- pervazlara güvercinler, 
“Hû hû”lara karışsın âminler... 
Mübarek akşamdır; 
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! 

Şimdi seni ananlar, 
Anıyor ağlar gibi... 
Ey yetimler yetimi, 
Ey garipler garibi; 
Düşkünlerin kanadıydın, 
Yoksulların sahibi... 
Nerde kaldın ey Resûl, 
Nerde kaldın ey Nebi? 

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed, 
Çağlar ne çağlardı: 
Daha dünyaya gelmeden 
Mü’minlerin vardı... 
Ve bir gün, ki gaflet 
Çöller kadardı, 
Halîme’nin kucağında 
Abdullah’ın yetimi 
Âmine’nin emaneti ağlardı. 
Hatice’nin goncası, 
Aişe’nin gülüydün. 
Ümmetinin gözbebeği 
Göklerin resûlüydün... 

Elçi geldin, elçiler gönderdin... 
Ruhunu Allah’a, 
Elini ümmetine verdin. 
Beşiğin, yurdun, yuvan 
Mekke’de bunalırsan 
Medine’ye göçerdin. 
Biz bu dünyadan nereye 
Göçelim, yâ Muhammed? 

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet 
Altın devrini yaşıyor... 
Diller, sayfalar, satırlar 
“Ebu Leheb öldü” diyorlar. 
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed 
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor! 

Neler duydu şu dünyada 
Mevlidine hayran kulaklarımız; 
Ne adlar ezberledi, ey Nebî, 
Adına alışkın dudaklarımız! 
Artık, yolunu bilmiyor; 
Artık, yolunu unuttu 
Ayaklarımız! 
Kâbe’ne siyahlar 
Yakışmamıştır, yâ Muhammed 
Bugünkü kadar! 

Hased gururla savaşta; 
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi... 
Onu da yaralarlar kanadından, 
Gelse bir şefkat meleği... 
İyiliğin türbesine 
Türbedâr oldu iyi. 

Vicdanlar sakat 
Çıkmadan yarına, 
İyilikler getir, güzellikler getir 
Âdem oğullarına! 

Şu gördüğün duvarlar ki 
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir... 
Fethedemedik, yâ Muhammed, 
Senelerdir. 

Ne doğruluk, ne doğru; 
Ne iyilik, ne iyi... 
Bahçende en güzel dal, 
Unuttu yemiş vermeyi... 
Günahın kursağında 
Haramların peteği! 

Bayram yaptı yapanlar; 
Semâve’yi boşaltıp 
Sâve’yi dolduranlar... 
Atını hendeklerden -bir atlayışta- 
Aşırdı aşıranlar... 
Ağlasın Yesrib, 
Ağlasın Selman’lar! 

Gözleri perdeleyen toprak, 
Yüzlere serptiğin topraktı... 
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî, 
Yabanların gözünde kalacaktı! 

Konsun -yine- pervazlara güvercinler, 
“Hû hû”lara karışsın âminler... 
Mübarek akşamdır; 
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! 

Yüreklerden taşsın 
Yine, imanlar! 
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini; 
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar! 
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın 
Kayışzâde Osman’lar 
Na’tını Galip yazsın, 
Mevlid’ini Süleyman’lar! 
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle 
Geri gelsin Sinan’lar! 
Çarpılsın, hakikat niyetine 
Cenaze namazı kıldıranlar! 

Gel, ey Muhammed, bahardır... 
Dudaklar ardında saklı 
Âminlerimiz vardır... 
Hacdan döner gibi gel; 
Mi’râc’dan iner gibi gel; 
Bekliyoruz yıllardır! 

Bulutlar kanat, rüzgâr kanat; 
Hızır kanad, Cibril kanad; 
Nisan kanad, bahar kanad; 
Âyetlerini ezber bilen 
Yapraklar kanad... 
Açılsın göklerin kapıları, 
Açılsın perdeler, kat kat! 
Çöllere dökülsün yıldızlar; 
Dizilsin yollarına 
Yetimler, günahsızlar! 
Çöl gecelerinden, yanık 
Türküler yapan kızlar 
Sancağını saçlarıyla dokusun; 
Bilâl-i Habeşî sustuysa 
Ezânlarını Dâvûd okusun! 

Konsun –yine- pervazlara güvercinler, 
“Hû hû”lara karışsın âminler... 
Mübarek akşamdır; 
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

 

Arif Nihat Asya

SONSUZLUĞA ÖZLEM

 

Bir heyecan sardı beni yokluğun ateşinde
Öyle bir gönül bu gönül korku yoktur içinde
Yalnız bir ordu gibiyiz dağlar taşlar emrinde
Çıksa da soluklarımız düşlerinden özleminde

Hep içimde var oluşun güç verir yüreğime
Davulların haber verir uçuşur gökyüzünde
Bir yürek koşar uzağa sözlere soluklara
Yiğitlerin sesi olmuş yürür yalnızlara

Gecem kadar yalnızlığa tutuşur ince ince
Sevdamız ulaşır sana kuşların ötüşünde
Çığlık olmuş yarınlara Yusufların sesinde
Yorgunluğum hayatımdır coşkunluğum sonsuza

Ne dualar etmişizdir gelsin diye yarimiz
O’na selat-ü selamla haberler göndermişiz
Ruhumuzun aynasında görmeyi özlemişiz
Dikenli yollar içinde özlemini çekmişiz

Özüm sana dönüktür Ya Muhammed Mustafa
Dudaklarım mühürlenmiş sevgilinin yolunda
Bir fırtına gibi kalbim eser büyük ummana
Senin kutlu sevdanı yazdırırım çağlara

 

EŞREF ZİYA TERZİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FARAN DAĞLARINDA AÇAN SEVGİLİ

Selam sana nazlı nebi
Selam sana gözbebeği
Mevla’nın kudretiyle selam.

Selam sana nur-i dilara
Selam sana hakk habibi
Rahman’ın kudretiyle selam.

Selam sana andelib_i zişan
Selam sana Muhammedi
Cebrail’in yüreğiyle selam
İbrahimce selam sana
Rahimce selam sana
Gafurca selam.

Selam sana ey yetimler padişahı
Selam sana ahmedi nefesli yar
Eyyupça selam sana
Selam sana ya Habiballah
Selam sana ya Nebiallah
Selam sana ya Resulallah.

Ya resulallah
Sen, sevmek için istenen
Can, dudakta istenen
Sevda ikliminin en güzel mevsiminin
En güzel çiçeğisin.

Cemre gibi düştün kainatın kışına
Bahar, senin elinde doğdu
Senin elinle indi toprağa
Öyle bir sevildin ki
Candan aziz bilerek
Uğruna can verildi
Ama bu, ölüm değildi
Adını bir kez anan
Bir kez gönülden anan
Rahmetin nur kaynağı gözlerinde dirildi
Şimdi biz de seni anıyoruz
Mevla’mızın yeminleriyle anıyoruz seni
Ey faran dağları’nda açan sevgili

Fecre
On geceye
Her şeyin çiftine ve tekine
Akşamın alacakaranlığına
Kararıp bürüdüğü zaman geceye
Açılıp aydınlattığı zaman
Gündüze and olsun ki
Sen olunca sitem yok
Serzeniş yok
Eyvah yok
Alemlere ambersin
O’ndan başka ilah yok
Sen, en son peygambersin.

Beni ilk öksüz oluşun vurdu
Yetim kalışın yaraladı önce
Elden ele dolaşmıştın
Herkesin gözbebeğiydin

Ama mahzun
Ama kederli
Bir yanın arşa kadar azamet
Bir yanın ürkek

Mekke akşamları yanar
Verdiğin her nefeste
Ve gökten inen bir sesle
Allah korumasına alır.

Senin derdin Allah’tı
Hüznün kederin Allah
Senin dostun Allah’tı
Sana en yakın Allah.

Biz seni göremedik ya Resulallah
Uhud dağı’nı seyrettik
Okçular tepesinden bir sabah
Bir medine sabahında
Uhud’u seyrettik
Seni göremedik
Ebu ubeyde bin cerrah sanki ordaydı
Sanki mübarek yüzüne batan miğfer halkalarını
Dişleriyle sökmek için nefes nefeseydi
Kalbi yerinden fırlayacakmış gibiydi
Seni öyle seviyordu ki
Tenine bir dikenin batması bile
O kalbi durdururdu.

Biz seni göremedik ya resulallah
Uhud’u gördük bir sabah
Malik bin sinan olamadık
Mübarek kanının, kanına karıştığı
Malik bin sinan sanki oradaydı
Ve inemedik okçular tepesinden
Sanki sen inin demeden inersek
Uhud tekrar cehenneme dönerdi.

Ey faran dağları’nda açan sevgili
Güneşe ve onun ışığına
Ardından gelmekte olan aya
Onu ortaya koyan gündüze
Onu bürüyen geceye
Göğe ve onu meydana koyana
Yere ve onu yayana and olsun ki
Sen olunca sitem yok
Serzeniş yok
Eyvah yok
Alemlere ambersin
O’ndan başka ilah yok
Sen, en son peygambersin

Vazgeçtim seni hep ötelerde aramaktan
Seni yüzyıllar öncesine hapsetmekten vazgeçtim
Mesafelerden usandım ya resulallah
Sana sesleniyorum

Alemlere rahmetsin
Seslenince yanımdasın
Burdasın
Günahkarım

Ama sen günahkarların umudusun
Temizle beni ya Resulallah!
Temizle beni ya Resulallah!
Temizle beni ya Resulallah!

Mescid-i nebevi’de gördüm
Mübarek sözlerinden birini süsleyip duvara asmışlar:
“benim şefaatim, ümmetimden büyük günahları olanlar için.”
Buyurmuşsun
İçimde her şey üşür
Rüzgar üşür
Yağmur üşür
Dua üşür
Melekler üşür
Isıtırsan bir sen ısıtırsın
Medine’ye akan nur gibi ak kalbime
Ey ban u cihan
Yorgunum
Güçsüzüm
Çaresizim
Sen çaresizlerin yardımcısısın

Yüreğimi koşturdum
Sana doğru
Çatlarcasına koşturdum
Kimseye hakkım yok
Huzurunda sana ait varlıkları dava etmem
Ben bir davalıyım
Tükendim ya resulallah
Hicretimi kabul et ya Resulallah!
Hicretimi kabul et ya Resulallah!
Hicretimi kabul et…

 

DURSUN ALİ ERZİNCANLI

 

bottom of page